AĞAÇ
Kendine Yeten Sanat
Comte, Proudhon, Taine, Guyeau,
Tolstoi gibi mütefekkirler sanatı müstakil
tanımazlar. Bunlara göre din, millet, aile,
iş gibi (anestbétigue) lâbedii fonksiyonlar
tamamile içtimaidir. İçtimai olmıyan yal-
nız bedii fonksiyondur. O da diğer fonk-
siyonların ifadesi olduğu, diğerlerinin te-
kâmülünü takip ettiği nisbette içtimaidir.
Bu (socio - esthétigue ) telâkkinin en
canlı şeklini bugün tarihi maddecilikle
görmekteyiz.
Sanat için sanat nazariyesi hakkında
(Théophile Gautier ) den beri çok şey
söylendi. Söylenenleri tekrarlıyacak de-
ğilim. Burada yalnız, sanat şekillerinin,
üslüpların, ekollerin spesilik bir tekâmüle
tabi olduklarını kısaca hatırlatmak isterim.
Sanat, siyasi, dini, iktisadi vakalara bağlı
olmakla beraber Onların tekâmülünden
müstakil olarak kendine mahsus bir tekâ-
mül takip eder. Bu karşılıklı tekâmülün
safhaları yekdigerile karışmaz. Venediğin
sanattaki mükemmeliyeli, siyasi ve iktisadi
inkirazını bildirir. Fransada romantik ihti-
lâl, siyasi ihtilâldan yarı asır sonradır. İpti-
dai cemiyetlerde, sanat şekillerinin kıymeti
bu cemiyetlerdeki medeniyet seviyesile
mütenasip değildir. Avcılık devresinde bu-
lunan bir çok klânlar, çobanlık ve ziraat
devresinde bulunan klânlardan daha sanat-
kârdır.
Birçok sanat tarihçileri ve filozofları
içtimai hayatta sanatın istiklâlini ve ken-
dine mahsus kanunlarını açığa çıkarmış-
lardır. Bunlar arasında plâstik sanatlar
için (Fromentin) i, (Déonna) yı, Hourticq) i;
musiki için (Hanslick)i, (Beauquier) ve (Ch.
Lalo ) yu; edebiyat için (Hennequin) i ve
(Lanson)u zikredebiliriz. Son zamanlarda
çıkan iki mühim kitap, sanatın spesifik
varlığını kuvvetle tecessüm ettirmektedir.
Bunlardan biri, Sorbon Profesörlerinden
(Focillon) nun [Şekillerin hayatı], diğeri de
Macar sanat tarihçilerinden ( F. Lehi ) in
[ Sanatların mukayeseli morfolojisi ] , un-
vanlı eseridir.
Her sanat şekli, bir içtimai vaka tara-
hodan durdurulmadan üç merhaleden ge-
çer: Arkaik veya iplidai devirden, klâsik
devirden, Barok veyu romantik devirden,
ses ve fikrin birbirlerile kaynaşarak tek bir
cevher haline gelmesi demek olan şiir, vü-
cude gelinceye kadar da bu esrarlı çalışma
devam eder.
Şiiri musikiye irca etmek isteyenler
şiirin manası ile âhenyi arasındaki münase-
beti düşünmelidirler. Şiirin manasını hiç an-
lamadığımız halde onu gene âhenkli bulmak
kabil değildir. Bunu ancak öz musikide bu-
labiliriz. Eğer böyle olmasaydı hiç anla-
madığımız dillerin şiirlerini de âhenkli bul-
mamız icabederdi. Halbuki hiçde böyle ol-
muyor. Meselâ Japonca bir şiir dinlesek
evvelâ iptidai bir âhenk bulacak, biraz son-
ra sıkılmaya başlayacağız. Ana dilimizdeki
şiirlerin âhengine, hiç haberimiz olmadan
manaları yardım etmektedir. Yalnız bu ma-
nalar ruhumuza tamamile sinmiş ve alışıl-
mış olduğu için farkında bile olmuyoruz.
Manahın tesiri olmasa bunlarda yabancı dil-
lerin şiirleri gibi olmaya başlar. Hattâ in-
san ,sesini kıymetlendiren şey de alelıtlâk
ses değil, kelime ve heceler hâlindeki ses-
lerdir. Buna göre kelimelerin sırf ses ola-
rak başlı başlarına hiç bir âhenk ve musi-
kisi yoktur. Bu kıymet dilin yapısından, sö-
zün makanizma ve manasından gelmekte-
dir. Yoksa ortada müphem gürültülerden
başka bir şey kalmaz. Ses oyunlarına da-
yanır gibi görülen nazmın âhengi, kendisine
ancak bir fikir ve bir mana verilebildiği
zaman duyulabilir. Hattâ yalnız bildirilen
fikirlerin değil, zımnen söylenen kast ve ma-
naların bile âhenge tesirleri vardır. Her şa-
irin fikir ve manalara uygun sesler araması
bu sebeptendir. Vezin dahi dokunaklı ol:
mak için mutlaka his ve fikirlerin yapıları-
na uygun olmalıdır. Bunun içindir ki şiir
akılla plâstik sanatlar ve musiki arasında
rakseden bir sanattır deniyor..
Mustafa Şekip TUNÇ
Kendine Yeten Sanat
Comte, Proudhon, Taine, Guyeau,
Tolstoi gibi mütefekkirler sanatı müstakil
tanımazlar. Bunlara göre din, millet, aile,
iş gibi (anestbétigue) lâbedii fonksiyonlar
tamamile içtimaidir. İçtimai olmıyan yal-
nız bedii fonksiyondur. O da diğer fonk-
siyonların ifadesi olduğu, diğerlerinin te-
kâmülünü takip ettiği nisbette içtimaidir.
Bu (socio - esthétigue ) telâkkinin en
canlı şeklini bugün tarihi maddecilikle
görmekteyiz.
Sanat için sanat nazariyesi hakkında
(Théophile Gautier ) den beri çok şey
söylendi. Söylenenleri tekrarlıyacak de-
ğilim. Burada yalnız, sanat şekillerinin,
üslüpların, ekollerin spesilik bir tekâmüle
tabi olduklarını kısaca hatırlatmak isterim.
Sanat, siyasi, dini, iktisadi vakalara bağlı
olmakla beraber Onların tekâmülünden
müstakil olarak kendine mahsus bir tekâ-
mül takip eder. Bu karşılıklı tekâmülün
safhaları yekdigerile karışmaz. Venediğin
sanattaki mükemmeliyeli, siyasi ve iktisadi
inkirazını bildirir. Fransada romantik ihti-
lâl, siyasi ihtilâldan yarı asır sonradır. İpti-
dai cemiyetlerde, sanat şekillerinin kıymeti
bu cemiyetlerdeki medeniyet seviyesile
mütenasip değildir. Avcılık devresinde bu-
lunan bir çok klânlar, çobanlık ve ziraat
devresinde bulunan klânlardan daha sanat-
kârdır.
Birçok sanat tarihçileri ve filozofları
içtimai hayatta sanatın istiklâlini ve ken-
dine mahsus kanunlarını açığa çıkarmış-
lardır. Bunlar arasında plâstik sanatlar
için (Fromentin) i, (Déonna) yı, Hourticq) i;
musiki için (Hanslick)i, (Beauquier) ve (Ch.
Lalo ) yu; edebiyat için (Hennequin) i ve
(Lanson)u zikredebiliriz. Son zamanlarda
çıkan iki mühim kitap, sanatın spesifik
varlığını kuvvetle tecessüm ettirmektedir.
Bunlardan biri, Sorbon Profesörlerinden
(Focillon) nun [Şekillerin hayatı], diğeri de
Macar sanat tarihçilerinden ( F. Lehi ) in
[ Sanatların mukayeseli morfolojisi ] , un-
vanlı eseridir.
Her sanat şekli, bir içtimai vaka tara-
hodan durdurulmadan üç merhaleden ge-
çer: Arkaik veya iplidai devirden, klâsik
devirden, Barok veyu romantik devirden,
ses ve fikrin birbirlerile kaynaşarak tek bir
cevher haline gelmesi demek olan şiir, vü-
cude gelinceye kadar da bu esrarlı çalışma
devam eder.
Şiiri musikiye irca etmek isteyenler
şiirin manası ile âhenyi arasındaki münase-
beti düşünmelidirler. Şiirin manasını hiç an-
lamadığımız halde onu gene âhenkli bulmak
kabil değildir. Bunu ancak öz musikide bu-
labiliriz. Eğer böyle olmasaydı hiç anla-
madığımız dillerin şiirlerini de âhenkli bul-
mamız icabederdi. Halbuki hiçde böyle ol-
muyor. Meselâ Japonca bir şiir dinlesek
evvelâ iptidai bir âhenk bulacak, biraz son-
ra sıkılmaya başlayacağız. Ana dilimizdeki
şiirlerin âhengine, hiç haberimiz olmadan
manaları yardım etmektedir. Yalnız bu ma-
nalar ruhumuza tamamile sinmiş ve alışıl-
mış olduğu için farkında bile olmuyoruz.
Manahın tesiri olmasa bunlarda yabancı dil-
lerin şiirleri gibi olmaya başlar. Hattâ in-
san ,sesini kıymetlendiren şey de alelıtlâk
ses değil, kelime ve heceler hâlindeki ses-
lerdir. Buna göre kelimelerin sırf ses ola-
rak başlı başlarına hiç bir âhenk ve musi-
kisi yoktur. Bu kıymet dilin yapısından, sö-
zün makanizma ve manasından gelmekte-
dir. Yoksa ortada müphem gürültülerden
başka bir şey kalmaz. Ses oyunlarına da-
yanır gibi görülen nazmın âhengi, kendisine
ancak bir fikir ve bir mana verilebildiği
zaman duyulabilir. Hattâ yalnız bildirilen
fikirlerin değil, zımnen söylenen kast ve ma-
naların bile âhenge tesirleri vardır. Her şa-
irin fikir ve manalara uygun sesler araması
bu sebeptendir. Vezin dahi dokunaklı ol:
mak için mutlaka his ve fikirlerin yapıları-
na uygun olmalıdır. Bunun içindir ki şiir
akılla plâstik sanatlar ve musiki arasında
rakseden bir sanattır deniyor..
Mustafa Şekip TUNÇ