ustmenu

searchbar

Ağaç Dergisi - Sayı 4 - Sayfa 4







AĞAÇ
Kendine Yeten Sanat
Comte, Proudhon, Taine, Guyeau,
Tolstoi gibi mütefekkirler sanatı müstakil
tanımazlar. Bunlara göre din, millet, aile,
iş gibi (anestbétigue) lâbedii fonksiyonlar
tamamile içtimaidir. İçtimai olmıyan yal-
nız bedii fonksiyondur. O da diğer fonk-
siyonların ifadesi olduğu, diğerlerinin te-
kâmülünü takip ettiği nisbette içtimaidir.
Bu (socio - esthétigue ) telâkkinin en
canlı şeklini bugün tarihi maddecilikle
görmekteyiz.
Sanat için sanat nazariyesi hakkında
(Théophile Gautier ) den beri çok şey
söylendi. Söylenenleri tekrarlıyacak de-
ğilim. Burada yalnız, sanat şekillerinin,
üslüpların, ekollerin spesilik bir tekâmüle
tabi olduklarını kısaca hatırlatmak isterim.
Sanat, siyasi, dini, iktisadi vakalara bağlı
olmakla beraber Onların tekâmülünden
müstakil olarak kendine mahsus bir tekâ-
mül takip eder. Bu karşılıklı tekâmülün
safhaları yekdigerile karışmaz. Venediğin
sanattaki mükemmeliyeli, siyasi ve iktisadi
inkirazını bildirir. Fransada romantik ihti-
lâl, siyasi ihtilâldan yarı asır sonradır. İpti-
dai cemiyetlerde, sanat şekillerinin kıymeti
bu cemiyetlerdeki medeniyet seviyesile
mütenasip değildir. Avcılık devresinde bu-
lunan bir çok klânlar, çobanlık ve ziraat
devresinde bulunan klânlardan daha sanat-
kârdır.
Birçok sanat tarihçileri ve filozofları
içtimai hayatta sanatın istiklâlini ve ken-
dine mahsus kanunlarını açığa çıkarmış-
lardır. Bunlar arasında plâstik sanatlar
için (Fromentin) i, (Déonna) yı, Hourticq) i;
musiki için (Hanslick)i, (Beauquier) ve (Ch.
Lalo ) yu; edebiyat için (Hennequin) i ve
(Lanson)u zikredebiliriz. Son zamanlarda
çıkan iki mühim kitap, sanatın spesifik
varlığını kuvvetle tecessüm ettirmektedir.
Bunlardan biri, Sorbon Profesörlerinden
(Focillon) nun [Şekillerin hayatı], diğeri de
Macar sanat tarihçilerinden ( F. Lehi ) in
[ Sanatların mukayeseli morfolojisi ] , un-
vanlı eseridir.
Her sanat şekli, bir içtimai vaka tara-
hodan durdurulmadan üç merhaleden ge-
çer: Arkaik veya iplidai devirden, klâsik
devirden, Barok veyu romantik devirden,

ses ve fikrin birbirlerile kaynaşarak tek bir
cevher haline gelmesi demek olan şiir, vü-
cude gelinceye kadar da bu esrarlı çalışma
devam eder.
Şiiri musikiye irca etmek isteyenler
şiirin manası ile âhenyi arasındaki münase-
beti düşünmelidirler. Şiirin manasını hiç an-
lamadığımız halde onu gene âhenkli bulmak
kabil değildir. Bunu ancak öz musikide bu-
labiliriz. Eğer böyle olmasaydı hiç anla-
madığımız dillerin şiirlerini de âhenkli bul-
mamız icabederdi. Halbuki hiçde böyle ol-
muyor. Meselâ Japonca bir şiir dinlesek
evvelâ iptidai bir âhenk bulacak, biraz son-
ra sıkılmaya başlayacağız. Ana dilimizdeki
şiirlerin âhengine, hiç haberimiz olmadan
manaları yardım etmektedir. Yalnız bu ma-
nalar ruhumuza tamamile sinmiş ve alışıl-
mış olduğu için farkında bile olmuyoruz.
Manahın tesiri olmasa bunlarda yabancı dil-
lerin şiirleri gibi olmaya başlar. Hattâ in-
san ,sesini kıymetlendiren şey de alelıtlâk
ses değil, kelime ve heceler hâlindeki ses-
lerdir. Buna göre kelimelerin sırf ses ola-
rak başlı başlarına hiç bir âhenk ve musi-
kisi yoktur. Bu kıymet dilin yapısından, sö-
zün makanizma ve manasından gelmekte-
dir. Yoksa ortada müphem gürültülerden
başka bir şey kalmaz. Ses oyunlarına da-
yanır gibi görülen nazmın âhengi, kendisine
ancak bir fikir ve bir mana verilebildiği
zaman duyulabilir. Hattâ yalnız bildirilen
fikirlerin değil, zımnen söylenen kast ve ma-
naların bile âhenge tesirleri vardır. Her şa-
irin fikir ve manalara uygun sesler araması
bu sebeptendir. Vezin dahi dokunaklı ol:
mak için mutlaka his ve fikirlerin yapıları-
na uygun olmalıdır. Bunun içindir ki şiir
akılla plâstik sanatlar ve musiki arasında
rakseden bir sanattır deniyor..
Mustafa Şekip TUNÇ

video