AĞAÇ
Büyük edip François Mauriac'ın, romanın
bütün mukadderini anlalan ağır ve güzel
elüdünü okurken ve bizim için pek aziz da-
valara dokunduğundan, onu dilimize çevirir
ken, bir an Türk romanının hali gözümün
önünden gitmedi.
Avrupa romancıları şahıslar yaratıyorlar
ve bu şahıslara ebediye yakın ömür verebi-
liyorlar. Bunların içinde bazıları, isteyince,
okuyucularını rüya ve fantezi ülkesine uçura-
rak, kendinden geçiriyorlar, yahul arkasina
takıp maceralar peşinde sürüklüyorlar. Bazı-
ları ahlâki, içtimai ve dini faciaları incele-
meklen yoruldukları vakit , yüreklerin me-
lekelere bile kapalı ve yalmız Allahın ilâ
hi bilgisine açık sırlarını ” deşmeye kal:
kiyor, sonra cemiyele hizmet etmek emelile,
belli bir ideoloji için döğüşüyorlar.
Aralarında nüfus kaydile yarışa çıkan
tur, devrinin felselesile at başı gidip, roma»
mm 4k fenwinin en yeni verimlerine
göre ulilüki bir teşrih levhası haline ge-
lirenler, bileviye daha fazla reeli yakalaya-
bilmek kaygısı ile, insani hiç bir şeyden tik-
sinmiyerek en iğrenç manevi bataklığa dalan-
lar olduğu gibi, bir iklirasda hulâsd edil
niig tip yonlanlar yahut mantıksızlık ve ımu-
ayyeniyelsizlik içindeki * insan (chaosj)larının,
lek çizgisini bozmadan eserlerine aksettiren-
İer var.
Mâuriac'ın uzun uzadıya anlattığı ve bi-
zim birkaç cümle ile ufuklarını göstermeye
çalışlığımız çeşit çeşit istidatların mahsulleri
karşısında, acaba romanımız, Türkromanı ne
haldedir? Bu hatırlayış, hemen söyliyelim ki,
bize derin bir hüzün vermekle beraber, şeytani
bir inkâra varmak için değildir. Zira, kendi-
mizi yoklar ve tartarken Garba bakışımıza
sebep, bu bakışın daima derecemizi aşmak
için çoşkun bir teşvik olacağına, hiç olmazsa
şimdilik olmasi lâzımyeldiğine inandığımız-
dalıdır. i
Biliyoruz ki Türk romanının tarihi ancak
yarım asırlıklır. Henüz onun ananesi kurulma-
mış, kendine has karakteri belirmemiştir. Bu
yüzden onu Fransız, İngiliz, Rus şaheserlerile
ölçmeğe, ondan mucize beklemeğe hakkımız
yoktur. Bir iki nesilde, Türk romanının, Halit
Ziyadaki yapma üslüp zarifliğine, Yakup Kad-
rideki büyük sanata varmak için, ufacık bir
fiske istiyen şiir ve tahlile, Peyami Safadaki Psi-
kolojik dinamizmaya varması bile, başlı başına
bir muvaffakiyeltir. Bununla beraber roman-
cılarımızın âlemlerini dolduran beşeriyete dair
düşündüklerimizi söylememiz mazur görülsün,
Bize öyle geliyor ki romanlarımızda ha-
yat, karşımıza mahiyeti değiştirilmiş, cevheri
alınmış garip bir nevi aksiyon ve düşünce
sistemi halinde çıkıyor. Bunlardaki dünya,
içinde bulunduğumuz dünyadan bam başka,
adeta yer altında, tabii ışıktan ve hakiki
renkten mahrum, içinden çıkılacak kapısı ve
güne kavuşmak için penceresi olmıyan, dar
ve çok karışık bir Jabirenitir. Bu yeraltı âle-
minde, ediplerimizin tamamile tasarruf ede-
medikleri şahıslar, bazan şuursuz bir gürültü,
bazan manasız bir süküt içinde gezip dola-
şıyorlar, isteyip kovalıyorlar, sevip iğreni-
yorlar, aldatıyor veya aldanıyorlar, gülüp
ağlıyor ve nihayet, önceden belli bir kaza
ve kader neticesi silinip kayboluyorlar.
Bunların; Allah, cemiyet ve vicdanla ça-
tışmaları sathidir; yalnız anarşi, bezginlik ve
yorgunluk içindedirler. Hangi yoldan pide-
ceklerini bilmiyorlar, varılacak hedefleri yok.
Sevgilerinde orta, kinlerinda orta, atılışlarında
ve kendilerini verişlerinde hep ortadırlar. Al-
lahın uzaklaştığı bu sanat mahsulü cemiyet-
ten, sanatkâr da çekilip gitmiş gibidir. Şahıslar
kendi başlarına kalmış, küçük küçük tatmin-
ler uğrunda' zehirlenmişlerdir. Bu; zamandan,
mekândan, reelden uzak, yer ile gök ara
sındaki idealsiz beşeriyet bize ısmarlama,
uydurma, düzme “hissini veriyor. Ne -onların
ıstıraplarına, ne ferahlarına ortak olabiliyo.
ruz, ne de var olduklarına inanabiliyoruz.
Türk adam ve Türk adamın vicdanı,
manevi kıymetlerinin haritası; azmış; ızlırap
çeken veya inzibata, kaideye, kanuna varmış
şahsiyeti nerede? Romancımız ne vakit, tasvir
ettiği renksiz, temeli, iştiyakı olmıyan küçük
çaptaki insanların hikâyesinden kurtularak,
kendini dinleyerek, belli bir iklimin, belli bir
milletin içinde, etten ve kemikten, kendisini
bize zorla kabul ettiren Yeni Türk Adamı,
tarif, tasvir ve tahlil edecek? Ne vakit, tabii
bütün mukadderini anlalan ağır ve güzel
elüdünü okurken ve bizim için pek aziz da-
valara dokunduğundan, onu dilimize çevirir
ken, bir an Türk romanının hali gözümün
önünden gitmedi.
Avrupa romancıları şahıslar yaratıyorlar
ve bu şahıslara ebediye yakın ömür verebi-
liyorlar. Bunların içinde bazıları, isteyince,
okuyucularını rüya ve fantezi ülkesine uçura-
rak, kendinden geçiriyorlar, yahul arkasina
takıp maceralar peşinde sürüklüyorlar. Bazı-
ları ahlâki, içtimai ve dini faciaları incele-
meklen yoruldukları vakit , yüreklerin me-
lekelere bile kapalı ve yalmız Allahın ilâ
hi bilgisine açık sırlarını ” deşmeye kal:
kiyor, sonra cemiyele hizmet etmek emelile,
belli bir ideoloji için döğüşüyorlar.
Aralarında nüfus kaydile yarışa çıkan
tur, devrinin felselesile at başı gidip, roma»
mm 4k fenwinin en yeni verimlerine
göre ulilüki bir teşrih levhası haline ge-
lirenler, bileviye daha fazla reeli yakalaya-
bilmek kaygısı ile, insani hiç bir şeyden tik-
sinmiyerek en iğrenç manevi bataklığa dalan-
lar olduğu gibi, bir iklirasda hulâsd edil
niig tip yonlanlar yahut mantıksızlık ve ımu-
ayyeniyelsizlik içindeki * insan (chaosj)larının,
lek çizgisini bozmadan eserlerine aksettiren-
İer var.
Mâuriac'ın uzun uzadıya anlattığı ve bi-
zim birkaç cümle ile ufuklarını göstermeye
çalışlığımız çeşit çeşit istidatların mahsulleri
karşısında, acaba romanımız, Türkromanı ne
haldedir? Bu hatırlayış, hemen söyliyelim ki,
bize derin bir hüzün vermekle beraber, şeytani
bir inkâra varmak için değildir. Zira, kendi-
mizi yoklar ve tartarken Garba bakışımıza
sebep, bu bakışın daima derecemizi aşmak
için çoşkun bir teşvik olacağına, hiç olmazsa
şimdilik olmasi lâzımyeldiğine inandığımız-
dalıdır. i
Biliyoruz ki Türk romanının tarihi ancak
yarım asırlıklır. Henüz onun ananesi kurulma-
mış, kendine has karakteri belirmemiştir. Bu
yüzden onu Fransız, İngiliz, Rus şaheserlerile
ölçmeğe, ondan mucize beklemeğe hakkımız
yoktur. Bir iki nesilde, Türk romanının, Halit
Ziyadaki yapma üslüp zarifliğine, Yakup Kad-
rideki büyük sanata varmak için, ufacık bir
fiske istiyen şiir ve tahlile, Peyami Safadaki Psi-
kolojik dinamizmaya varması bile, başlı başına
bir muvaffakiyeltir. Bununla beraber roman-
cılarımızın âlemlerini dolduran beşeriyete dair
düşündüklerimizi söylememiz mazur görülsün,
Bize öyle geliyor ki romanlarımızda ha-
yat, karşımıza mahiyeti değiştirilmiş, cevheri
alınmış garip bir nevi aksiyon ve düşünce
sistemi halinde çıkıyor. Bunlardaki dünya,
içinde bulunduğumuz dünyadan bam başka,
adeta yer altında, tabii ışıktan ve hakiki
renkten mahrum, içinden çıkılacak kapısı ve
güne kavuşmak için penceresi olmıyan, dar
ve çok karışık bir Jabirenitir. Bu yeraltı âle-
minde, ediplerimizin tamamile tasarruf ede-
medikleri şahıslar, bazan şuursuz bir gürültü,
bazan manasız bir süküt içinde gezip dola-
şıyorlar, isteyip kovalıyorlar, sevip iğreni-
yorlar, aldatıyor veya aldanıyorlar, gülüp
ağlıyor ve nihayet, önceden belli bir kaza
ve kader neticesi silinip kayboluyorlar.
Bunların; Allah, cemiyet ve vicdanla ça-
tışmaları sathidir; yalnız anarşi, bezginlik ve
yorgunluk içindedirler. Hangi yoldan pide-
ceklerini bilmiyorlar, varılacak hedefleri yok.
Sevgilerinde orta, kinlerinda orta, atılışlarında
ve kendilerini verişlerinde hep ortadırlar. Al-
lahın uzaklaştığı bu sanat mahsulü cemiyet-
ten, sanatkâr da çekilip gitmiş gibidir. Şahıslar
kendi başlarına kalmış, küçük küçük tatmin-
ler uğrunda' zehirlenmişlerdir. Bu; zamandan,
mekândan, reelden uzak, yer ile gök ara
sındaki idealsiz beşeriyet bize ısmarlama,
uydurma, düzme “hissini veriyor. Ne -onların
ıstıraplarına, ne ferahlarına ortak olabiliyo.
ruz, ne de var olduklarına inanabiliyoruz.
Türk adam ve Türk adamın vicdanı,
manevi kıymetlerinin haritası; azmış; ızlırap
çeken veya inzibata, kaideye, kanuna varmış
şahsiyeti nerede? Romancımız ne vakit, tasvir
ettiği renksiz, temeli, iştiyakı olmıyan küçük
çaptaki insanların hikâyesinden kurtularak,
kendini dinleyerek, belli bir iklimin, belli bir
milletin içinde, etten ve kemikten, kendisini
bize zorla kabul ettiren Yeni Türk Adamı,
tarif, tasvir ve tahlil edecek? Ne vakit, tabii